27 Kasım 2012 Salı

4 Aralık Dersi

Bu hafta, Gökçenur Ç.'den bir şiir okuyarak (Ölüm, Yıldızları Gecenin Kabuk Tutmuş Yaraları Sanıyor) güncel şiirin karşımıza çıkmış haline doğaçlama bir şekilde baktığımız süreci şimdilik tamamladık (Bu şiirleilgili yazı ve yorumları blog'a ekleyebilirsiniz). Bu doğaçlama bakış, kuşkusuz karşımıza çıkanları öne çıkardı. Karşımıza çıkanlarsa, tarih edebiyatı böyle yargılamıyor olsa da, hangi eğilimlerin revaçta olduğuna dair bir fikir vermiş oldu. Yelpazenin farklı uçlarından metinler okumuş olarak ve tarihe geri dönüp tarihsel anların günümüzde sürdürdükleri etkiyi de gündemde tutarak devam edeceğiz. Tarihsel bazı tartışmaların hala güncelliğini koruduğunu gözlemlemiş olduk.
Garip Akımı ve Toplumcu Gerçekçilik üzerinden 1940'ları ele alacağız önümüzdeki bir iki ders boyunca.
Garip'in manifestosunu okumanızı rica etmiştim zaten. Bu hafta bir giriş yapıp bir genel çerçeve çizdik. Metin üzerinde kısaca ama daha detaylı durulabilir. Önümüzdeki hafta metinde gündeme getireceğimiz bir noktanın altını çizmiş olayım, siz de bunun üzerinde biraz çalışmış olarak gelebilirsiniz.
Metindeki şu iki pasajın çelişkili olup olmadığını sorusunu soracağız:

"Teşbih, eşyayı, olduğundan başka türlü görmek zorudur. Bunu yapan insan acaip karşılanmaz, kendine hiç bir gayri tabiilik isnat edilmez. Halbuki teşbihle istiareden kaçan, gördüğünü herkesin kullandığı kelimelerle anlatan adamı bugünün münevveri garip telâkki etmektedir. Hatâsı, muhtelif sapıtmalarla gelişmiş bir şiir anlayışını kendine çıkış noktası yapmasıdır. Yazının peyda olduğu günden beri yüz binlerce şair gelmiş, her biri binlerce teşbih yapmış. Hayran oluğumuz insanlar bunlara bir kaç tane daha ilâve etmekle acaba edebiyata ne kazandıracaklar? Teşbih, istiare, mübalâğa ve bunların bir araya gelmesinden meydana çıkacak bir hayal zenginliği, ümit ederim ki, tarihin aç gözünü artık doyurmuştur."

"Ruhî hayatın yazılaşmış faaliyetlerinde şuurun kontrolü -az olsun, çok olsun- her zaman mevcuttur. Yani tabiî şartlar içinde tahteşşuuru yazı haline getirmemiz imkânsızdır. O halde imkânsız olan bu hâli melekeleştirmeye kalkmak büsbütün lüzumsuz bir gayret sayılmaz mı? Muhakkak ki, bu meleke tahteşşuuru boşaltmak melekesi değildir. Olsa olsa tahteşşuuru taklit etme melekesidir. Tahteşşuurda bulunan şeyler nasıl şeyler? Onu bir san'atkâr bir âlimden çok daha iyi, çok daha derin hisseder. Eseri de bu hissedişin taklidinden başka bir şey değildir. Sanatkâr mükemmel bir taklitçidir."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder